Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern’in İşçi Partisi liderliğindeki hükümetinin artık COVID-19 için bir ortadan kaldırma stratejisi izlemeyeceğini duyurması, hatırı sayılır bir şok ve öfkenin yanı sıra ciddi bir kafa karışıklığına neden oldu.
Uluslararası ölçekte, işçiler ve halk sağlığı uzmanları, pandemiye daha bilim ve sağlık temelli bir yaklaşım modeli olarak Yeni Zelanda’ya bakıyorlardı. Şimdiye kadar Yeni Zelanda, herhangi bir COVID-19 salgınına vaka sayılarını sıfıra indirmek için katı kapanmalar ve diğer halk sağlığı önlemleri uygulayarak yanıt verme politikasına sahip az sayıda ülkeden biriydi.
ABD, Avrupa, Latin Amerika ve neredeyse diğer her yerde hükümetler, büyük işletmelerin işyerlerinin ve okulların yeniden açılmasına yönelik talepleri doğrultusunda, işçilerin sağlığı ve yaşamları pahasına virüsün yayılmasına izin verme biçimindeki canice politikalar benimsedi. Sonuç olarak, The Economist’e göre, 9,9 milyon ila 18,5 milyon insan COVID-19’dan hayatını kaybetti.
Yeni Zelanda, 2020’de ülke çapında patlak veren salgını ortadan kaldırdı ve vakaları büyük ölçüde toplumdan uzak tuttu. Ülkede bugüne kadar sadece 28 kişi COVID-19’dan öldü; bu, dünyadaki en düşük oranlardan biridir. Bununla birlikte, İşçi Partisi hükümeti defalarca çeşitli yollardan büyük şirketlerin çıkarlarına uyum sağlamaya çalıştı: güvenli olmadığı halde kısıtlamalar hafifletildi, kapanmalar kaldırıldı, milyarlarca dolarlık yardımlar ve kurtarmalar yapıldı.
Şimdi de hükümet, iş dünyası seçkinlerinden gelen, ortadan kaldırma politikasından vazgeçilmesi yönündeki yoğun baskıya yenik düştü. Bu politika değişikliği, bir salgının en büyük şehir olan Auckland’da patlak vermesinin ve yakınlarındaki Waikato bölgesine yayılmasının ortasında geliyor. Toplamda 406 aktif topluluk vakası var ve buna her gün onlarcası daha ekleniyor.
Sosyalist Eşitlik Grubu, hükümetin kararına kesin olarak karşı çıkar. Biz, işçileri, dizginleri acilen ele almaya çağırıyoruz. İşçiler; COVID-19 toplumda halen yayılırken hayati olmayan işyerlerini ve okulları yeniden açma girişimlerine karşı çıkmak için iş güvenliği taban komiteleri kurmalı ve bilimsel bir ortadan kaldırma stratejisi için mücadele etmelidir.
Auckland’daki ve virüsün yayıldığı diğer bölgelerde hayati olmayan işlerdeki tüm işçiler, salgın bitene kadar tam ücret almaya devam edeceklerinin garantisiyle kendilerini evlerinde karantinaya almalılar. Bu politika, pandemi boyunca kâr etmeye devam eden milyarderlerin ve şirketlerin servetlerini vergilendirerek finanse edilmelidir. Binlerce hayatı kurtarmak için hiçbir masraftan kaçınılamaz.
Hükümet, ortadan kaldırma politikasını sonlandırmanın halk tarafından hiç desteklenmediğinin oldukça bilincindedir. Anketler, ülkenin yaklaşık yüzde 80’inin ortadan kaldırma stratejisini ve kapanmaya başvurulmasını desteklediğini göstermektedir.
Ardern, Pazartesi günkü basın toplantısında kararı önemsiz gibi göstermeye çalıştı. Ardern, Auckland’daki kapanmanın “bizi sıfır vakaya götürmediğini” söyledi ve şöyle devam etti: “Ama bu sorun değil. Ortadan kaldırma önemliydi çünkü aşılarımız yoktu. Şimdi var, böylece işleri idare etme şeklini değiştirmeye başlayabiliriz.”
Bir muhabir, “Halk sağlığı uzmanları, ortadan kaldırmanın hâlâ mümkün olduğunu düşünüyorlar, öyleyse neden şimdi bunu terk ediyoruz?” diye sorduğunda, Ardern şöyle yanıtladı: “Bir geçiş sürecindeyiz, bu yüzden basitçe yaklaşımımızdan vazgeçtiğimizi söylemek… biraz eksik kalır.”
Neler olup bittiğine dair bu geçiştirme girişimine kimse kanmamalıdır. Açıkça, bir ortadan kaldırma stratejisini aynı anda sürdürmek ve ondan geçiş yapmak mümkün değildir.
Çarşamba günü, COVID-19 Müdahale Bakanı Chris Hipkins şunları yineledi: “Bugüne kadarki COVID-19’u uzakta tutma stratejimiz çok işimize yaradı ancak bunu sonsuza kadar sürdüremeyiz. Başbakanın Pazartesi günü söylediği gibi, toplumda COVID-19 vakalarının sıfıra dönmesi olası değildir. COVID-19 müdahalemizin bir sonraki aşamasına doğru kademeli bir geçişe hazırlanmamız gerekiyor.”
Ardern’in duyurusunun ardından, Yeni Zelanda medyasında hükümetin ortadan kaldırma stratejisinin başarısız olduğunu “itiraf etmesini” ve ülkenin virüsle “yaşamayı öğrenmesi” gerektiğini talep eden bir kampanya başladı; yani çok sayıda ölümü ve hastaneye yatışı kabullenmeyi talep eden bir kampanya. Eylül ayının sonlarında, Ulusal Partili eski Başbakan John Key, hükümeti, ülkeyi Kuzey Kore gibi bir “münzevi krallığına” dönüştürmekle suçlayarak, ortadan kaldırma yaklaşımına karşı geniş çaplı bir köşe yazısı yazmıştı.
Uluslararası şirket medyası Ardern’in açıklamasını bir zafer çığlıklarıyla karşıladı. Britanya merkezli Daily Telegraph gazetesi şöyle yazdı: “[Ardern] diğer liderlerin çoğunun uzun zaman önce yaptığı bir şeyi kabul etti: hükümeti koronavirüsten asla tamamen kurtulamayabilir.” New York Times da benzer şekilde, Ardern’in “Delta varyantı salgınını durdurmayı başaramayan bir kapanmadan yedi hafta sonra ortadan kaldırma stratejisinin sonunu kabul ettiğini” söyledi.
New York Times, doğru olmayan bir şekilde, Ardern’in “kamuoyu hoşnutsuzluğuna” yanıt verdiğini söylüyordu. Gazete, buna kanıt olarak, Ardern’in açıklamasından iki gün önce düzenlenen bir kapanma karşıtı protestoya işaret etti ama etkinliğin aşırı sağcı Destiny Church (Kader Kilisesi) tarafından düzenlendiğinden ve buna nüfusun büyük çoğunluğu tarafından karşı çıkıldığından bahsetmedi.
Gerçekte, hükümet, vaka sayılarını düşürmeyi başardığına dair işaretlere rağmen, kapanmayı gevşetmek için —kademeli olarak değil— süratle harekete geçiyor. 22 Eylül’de Auckland’ın “Uyarı Seviyesi” 4’ten (en katı kapanma seviyesi) 3’e indirildiğinde, toplam vaka sayısı 272 idi. Ardından 300.000 kadar insan işyerlerine döndü, okullar ve kreşler kısmen yeniden açıldı. Aktif topluluk vakası 8 Ekim itibariyle 406’ya yükseldi.
Bu hafta hükümet, daha fazla çocuğun kreşlere dönmesine, Auckland sakinlerinin açık havada küçük gruplar halinde toplanmasına, yüzme ve avlanma gibi etkinliklere katılmalarına izin verdi. Okullar 18 Ekim’de yeniden açılacak ve önümüzdeki haftalarda daha fazla perakende ve konaklama işletmesini ve kamu binalarını yeniden açma planları var.
Yeni Zelandalı bilim insanları, bu hamlelerin COVID-19’un ülke geneline yayılmasına yol açabileceği konusunda uyarıda bulunuyor. Epidemiyoloji uzmanı Michael Baker, Radio NZ’ye şöyle konuştu: “Tüm Yeni Zelandalılar önümüzdeki birkaç ay içinde bu virüsle karşılaşmayı hesaba almalı ve buna göre hareket etmelidir.”
Mikrobiyolog Siouxsie Wiles, Spinoff’ta, “Başbakan Pazartesi günü mevcut kısıtlamaları kaldıracak yol haritasını açıkladığında hayal kırıklığına uğradığını” ve bunun, “ortadan kaldırma stratejisinden azaltma stratejisine pragmatik bir geçişin sinyalini verdiğini” yazdı. Wiles, Guardian’a ise, yeniden açılmanın farklı sınıflar tarafından farklı şekilde hissedileceğini söyledi: “Salgın tarafından harap edilebilecek diğer topluluklara kıyasla, zengin ve ayrıcalıklı kişiler, zarar görmeyecekleri zengin ve ayrıcalıklı bir yaşam sürmeye devam edecekler.”
Hükümetin kendi yaptırdığı modelleme, kapanmalar olmadan, aşı olabilen nüfusun (12 yaş üstü olanların) yüzde 80’i aşılanmış olsa bile, bir yıl içinde 7.000 ölüm ve 58.000 hastaneye yatış olabileceğini gösteriyor.
Şu anda, toplam nüfusun sadece yüzde 42’si tam olarak aşılanmıştır. Bu, kısıtlamaları kaldırdıktan sonra COVID-19 vakalarında ve ölümlerinde patlama yaşayan ABD ve Britanya’dan daha düşük bir aşılama oranıdır. Aşılama oranları, işçi sınıfı bölgelerinde ve çok daha yüksek yoksulluk ve kötü sağlık oranlarına sahip Maoriler arasında özellikle düşüktür. Yeni Zelanda’nın aşılama kampanyası, aşıları yalnızca Pfizer’den tedarik etmeye karar veren ve 2020’nin sonunda şirketle sözleşmeler imzalayan hükümet tarafından geciktirildi. Aşılama ancak Ağustos ayındaki kapanmanın ardından hızlanmaya başladı.
Medyanın anlatısının aksine, İşçi Partisi liderliğindeki hükümetin, ortadan kaldırma stratejisine hiçbir zaman ciddi bir bağlılığı olmadı. 19 Mart 2020’de Yeni Zelanda, ülkede tespit edilen 28 vakayla birlikte pandeminin ilk dalgasıyla sarsılırken, Sağlık Genel Müdürü Dr. Ashley Bloomfield medyaya hükümetin ülke çapında bir kapanma konusunu görüşmediğini söylemişti. Ertesi gün ise Ardern, Newstalk ZB’ye ortada bir okulları kapatma planı olmadığını söylüyordu.
Hükümet ancak korporatist sendikaların kontrolü dışında gelişmekte olan bir işçi sınıfı hareketinden duyduğu korkuyla tutumunu değiştirdi ve 23 Mart’ta bir kapanma ilan etti. Doktorlar tarafından başlatılan ve acil bir kapanma talep eden iki ayrı çevrimiçi dilekçe kampanyası, hızla 150.000 imza topladı. Öğretmen ve hemşire sendikaları ise, Ardern’in kapanmayı duyurduğu güne kadar kapanma taleplerine karşı çıktılar.
Her ülkede şablon aynıydı: hükümetler yalnızca fiili grevlere, iş bırakma eylemlerine ve sendikaların dışında gerçekleştirilen diğer protesto eylemlerine yanıt olarak, istemeden de olsa kapanma ve diğer kısıtlamaları uyguladılar. ABD ve diğer ülkelerde, Delta kontrolsüzce yayılırken, sendikalar artık okulların yeniden açılmasını zorla kabul ettirmede merkezi bir rol oynuyorlar.
Sosyalist Eşitlik Grubu, İşçi Partisi’nin rotayı tersine çevirmesi yapılacak çağrılarla baskı altına alınabileceğini ummanın ölümcül olduğu konusunda uyarır. Bu, İşçi Partisi’nin hükümetteki koalisyon ortağı olan ve ortadan kaldırma hedefinin sürdürülmesi çağrısı yapan bir bildiri yayımlayan Yeşil Parti’nin geliştirdiği bir yanılsamadır.
Ardern hükümeti, halkın duyarlılığına karşı aman vermeyen bir tavırla ilerliyor; finans ve iş dünyası seçkinlerinin emirlerine uyuyor. Güçlü çıkarlar, Yeni Zelanda’nın artık virüsün ortadan kaldırılabileceğini gösteren bir örnek teşkil etmemesi gerektiğine karar vermiştir. Ülke, daha önce pandemiye karşı sıkı önlemler alan ancak bu stratejilerden birer birer vazgeçerek virüsün yayılmasına izin veren Avustralya ve Singapur gibi hükümetlerin yanına katılmakta.
Ortadan kaldırma politikası uğruna mücadele artık doğrudan doğruya bir işçi sınıfı hareketinin geliştirilmesine bağlıdır. İşçi sınıfı, sonu gelmeyen ölümler pahasına kapitalist kârların savunulmasında çıkarı olmayan tek toplumsal güçtür. Öğretmenler, sağlık emekçileri, ebeveynler ve gençler de dahil olmak üzere işçiler, güvenliklerini ve yaşamlarını korumak için tüm siyaset kurumundan bağımsız olarak örgütlenmelidir.
Bu, Yeni Zelanda da dahil olmak üzere her ülkede yeniden açılma hamlesini destekleyen sendikalardan tam bir kopuşu gerektirmektedir. Bu örgütler emekçileri temsil etmiyorlar; aksine, siyaset kurumu ve büyük şirketler ile sıkı müttefikler ve son iki yılda kemer sıkma ve toplu işten çıkarmaların icra memurları olarak hareket ettiler.
İşçiler, egemen seçkinlerin cinayet politikalarına karşı küresel bir mücadele örgütlemek için kendi denetimleri altında yeni örgütler inşa etmeliler. İleriye giden yol, Britanya’daki 1 Ekim veli grevi ile gösterilmiştir. Bu grev, sendikaların ve düzen partilerinin dışında ve onlara muhalefet içinde örgütlenmiş ve güçlü bir uluslararası destek almıştır.
Okurlarımızı, WSWS ve Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı (TK-Uİİ) tarafından düzenlenen ve pandemi biliminin ve pandemiyi sona erdirmek ve milyonlarca hayatı kurtarmak için alınması gereken önlemlerin tartışılacağı “Pandemi nasıl sona erecek: Yok etmenin gerekliliği” başlıklı internet seminerine katılmaya çağırıyoruz.