Soma madenci katliamının onuncu yılı

Bugün Türkiye tarihindeki en kötü maden felaketi olan Soma maden katliamının 10. yılı. 13 Mayıs 2014’te Manisa ilinin Soma ilçesindeki kömür madeninde metan gazı patlaması sonucu çıkan yangın nedeniyle 301 madenci yaşamını yitirmişti.

Geçtiğimiz on yılda, egemen seçkinlerin hem Türkiye’de hem de dünya genelinde gerekli iş güvenliği önlemlerini almak şöyle dursun, kapitalist kâr uğruna emekçilerin can güvenliğini hiçe saymasının derinleşmesine tanık olundu.

Soma’da kurtarma ekipleri sedye ile bir madenciyi çıkarırken, 2014. (Kaynak: Wikimedia Commons) [Photo by Mustafa Karaman / CC BY 3.0]

Kader değildi, önlenebilirdi

Bu felaket önlenebilirdi. Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin o zaman açıkladığı gibi, Soma’daki facia, “beklenmedik bir ‘kaza’ değil ama özelleştirmelerin, hükümetlerin savsaklamalarının ve kapitalist kâr sisteminin, tüm dünyada her yıl milyonlarca işçinin yaşamına ve uzuvlarına mal olan kaçınılmaz sonucu” idi.

Soma Kömür A.Ş., madenin özelleştirilmesinden sonraki on yıl içinde, ton başına kömür maliyetini 140 dolardan 23,80 dolara indirirken, metan gazı düzeyini izleyecek standart güvenlik donanımını satın almayı reddetmişti. Oysa bir maliyet unsuru olarak görülen bu donanımlar patlamayı engelleyecekti.

Soma madeninin, ardı ardına yaşanan kazalara rağmen, baştan savma güvenlik denetimlerinden kolayca geçmesi ancak sendikal aygıtın ve dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin suç ortaklığı ile mümkün olabilirdi.

2013 yılı sonunda madenciler ülkedeki tehlikeli çalışma koşullarını yaygın şekilde protesto etmişti; buna karşın Türkiye Büyük Millet Meclisi ilgili madenin güvenliğinin araştırılması teklifini facianın gerçekleşmesinden yalnızca yirmi gün önce reddetmişti.

Maden faciası sonrası en tepedeki yetkililerin açıklamaları ise sorumluların ceza almayacaklarının ve işçileri yeni iş kazalarının -gerçekte ise iş cinayetlerinin- beklemekte olduğunun bir habercisiydi.

Ülke genelinde patlak veren kitlesel protestoların ortasında Erdoğan, her büyük iş cinayetinde olduğu gibi “kader” söylemine sarılmış ve Soma maden kazasının ardından “Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok,” demişti.

Göstermelik yargılamalar

İşçi aileleri ve avukatları mahkeme kapılarında uzun yıllar adalet aramak için mücadele etti. Yaşanan hukuki süreç sonunda sorumlular ceza almadı veya göstermelik cezalarla kurtuldular. Beşi tutuklu toplam 51 kişinin yargılandığı dava Temmuz 2018’de sonuçlandı. 37 kişi beraat ederken 14 sanık “taksirle ölüme ve yaralamaya sebebiyet vermekten” ceza aldı.

Sanıklardan Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan, 18 Nisan 2019’da tahliye edildi; yöneticiler Ramazan Doğru, Akın Çelik, İsmail Adalı ise çektikleri ceza yeterli görülerek 2021’in Şubat ayında serbest bırakıldı ve Soma davasında cezaevinde tutuklu sanık kalmadı.

2016 yılında açıklanan bilirkişi raporunda Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın ihmali ve kusuru olduğu belirtiliyordu. Fakat resmi sorumlulardan kimse ceza almadı. Buna karşılık, madencileri savunan avukatlar Can Atalay ve Selçuk Kozağaçlı, hükümetin siyasi kan davasının bir parçası olarak, yıllardır tutuklular.

Uzun uğraşlar sonucunda, felaketten yaklaşık on yıl sonra, olayda ihmalleri bulunduğu suçlamasıyla çoğunluğunu dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı iş müfettişlerinin oluşturduğu tutuksuz 28 kamu görevlisi hakkında yargılama süreci başlatıldı.

Ailelerin avukatları yürütülen davanın kamu görevlilerinin göstermelik olarak yargılandığı bir dava olacağını dile getiriyor. Manisa Barosu Başkanı Ümit Rona bir duruşma sonrasında Soma Adliyesi önünde yaptığı açıklamada “Koşa koşa gelmesi gereken adalet maalesef düşe kalka … 9 yıl 360 gün sonra ilk duruşmasına sebep olacak şekilde tecelli etmeye çalışıyor,” dedi.

Maden sektöründeki önlenebilir facilardaki artış

Türkiye Ekonomi Politikalar Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) 2010 yılındaki bir raporuna göre Türkiye, “maden kazaları” sonucu yaşanan ölümlerde dünyada ilk sıralarda yer alıyordu. Dünyanın en büyük kömür üreticilerinden bir tanesi olan Çin’de, 2008 yılında 100 milyon ton üretim başına düşen ölüm sayısı 127 olurken, Türkiye’de bu sayı 722 olarak kaydedilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nde, 100 milyon ton üretim başına 1 ile 6 kişi yaşamını yitirmiştir.

Türkiye’de 1941 yılından bu yana üç binden fazla insan maden kazalarında ölmüş, 100 binden fazla insan ise yaralanmıştır. Soma maden faciasından sonra ise kazalar artarak devam etti. Başlıcalarını sıralarsak:

  • 28 Ekim 2014’te Karaman’ın Ermenek ilçesinde bir kömür madeninde meydana gelen su baskını sonucu 18 işçi,
  • 17 Kasım 2016’da Siirt’in Şirvan ilçesindeki bakır madeninde meydana gelen kaza sonucu 16 işçi,
  • 14 Ekim 2022’de Bartın’ın Amasra ilçesinde yer alan bir maden ocağında grizu patlaması nedeniyle 42 işçi,
  • 13 Şubat 2024’de Erzincan ilinin İliç ilçesinde ABD merkezli Kanadalı SRR Mining’e ait Anagold şirketinin altın madeninde devasa bir toprak kayması nedeniyle 9 işçi yaşamını yitirdi.

Dünya çapında bakıldığında ise The World Counts web sitesine göre, her yıl en az 15.000 madenci iş cinayetine kurban gidiyor. Üstelik bu sadece resmi rakamlardır.

Mevcut bilimsel ve teknik gelişme seviyesine rağmen bu devasa işçi kıyımının devam etmesi, on yıllardır devam eden toplumsal karşıdevrimin bir sonucudur. Burjuvazi ABD’de Başkan Ronald Reagan ve Britanya’da Başbakan Margaret Thatcher’ın önderliğinde dünya genelinde işçilere karşı sınıf savaşı önlemlerine girişirken, 1991’de Stalinist bürokrasinin Sovyetler Birliği’ni dağıtması, uluslararası işçi sınıfının toplumsal koşullarının geriletilmesinde bir dönüm noktası oluşturdu.

Türkiye’de de 1980’de düzenlenen NATO destekli darbenin ardından hayata geçirilmeye başlanan bu önlemler, özellikle Erdoğan hükümetleri döneminde büyük bir hız kazandı.

Erdoğan hükümeti 2000’li yıllar boyunca ülkenin kömür kaynakları üzerinde özel şirketlere haklar veren IMF destekli ekonomik “reformlar” uyguladı. Bunun sonucu daha önce devlete ait şirketler tarafından gerçekleştirilen kömür üretiminin üçte birinden fazlası özel şirketlere devredildi. Bu yeni maden sahipleri, küresel piyasalarının ve borsaların talebiyle, kârları ve yatırımcı getirilerini arttırmak için, güvenlik alanındakiler dahil, harcamalarda büyük kesintiler yaptılar. Tüm bu süreç ancak sendikaların suç ortaklığıyla mümkün olabildi.

Kârdan önce yaşamlar

Soma’daki gibi felaketler ve diğer iş kazaları kapitalist sisteme yönelik bir suçlamadır. Mevcut bilimsel ve teknik gelişme seviyesi, uluslararası işçi sınıfının demokratik denetimi altında hiçbir işçinin güvenliğini riske atmadan madencilik yapılmasına olanak sunmaktadır.

Buna karşın dünyanın her yerindeki egemen sınıflar, doymak bilmez kâr ve kişisel servet dürtüsüyle sanayi toplumlarında yüz yıldan uzun süre önce egemen olan vahşi sömürü, çocuk işçiliği ve iş katliamları koşullarını yeniden canlandırıyorlar. İş güvenliği önlemleri birer maliyet unsuru olarak görülmektedir. Onların insan yaşamları karşısındaki bu kayıtsızlığı, COVID-19 pandemisine verdikleri “hayatlardan önce kâr” yanıtının yaklaşık 27 milyondan fazla insanın ölümüne yol açmasında çarpıcı bir şekilde kendini göstermiştir.

Egemen sınıfın dünya çapında ölümü normalleştirmesi, İsrail’in Gazze soykırımına verdikleri destekte ve ABD-NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı “nükleer kıyamet” riski taşıyan savaşının pervasızca tırmandırılmasında bir diğer çarpıcı ifadesini bulmaktadır.

Dünya çapında işyerlerindeki işçi kıyımına, emperyalist savaşa ve soykırıma son vermenin tek yolu, işçi sınıfının, yaşamların kapitalist kâr ve ulus devlet sistemine tabi kılınmasına son vermek ve sosyalizmi kurmak üzere uluslararası siyasi seferberliğidir.

Loading