Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti son dönemde meclisteki partiler dahil siyasi partilere, medyaya ve diğer kesimlere yönelik baskılarını artırırken Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) buna erken seçim çağrısı ile yanıt verdi.
CHP, devam eden hayat pahalılığı krizinin ortasında, hükümetin işçi sınıfının ücretlerine ve sosyal haklarına saldırıları karşısında artan toplumsal öfkeyi iktidara gelmek için seçim kampanyasını ilerletmede kullanmayı umuyor.
CHP’nin cumhurbaşkanlığı seçimindeki olası adayı olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın “tehdit edilmesi” ve bazı soruşturmalarda görevli bilirkişileri “hedef göstererek yargı görevini yapanı etkilemeye teşebbüs ettiği” iddialarıyla ilgili iki ayrı soruşturma kapsamında Cuma günü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Suçları Soruşturma Bürosu’nda ifade verdi.
Halihazırda kesinleşmemiş antidemokratik bir dava nedeniyle siyasetten uzaklaştırılma cezası alma riski ile karşı karşıya olan İmamoğlu, CHP’li belediyelere karşı artan soruşturma ve davaların kendisine yönelik bir komplonun parçaları olduğunu öne sürmüş ve davalara, yeterliliği olmayan aynı bilirkişinin atandığını öne sürerek bu kişinin ismini açıklamıştı.
İmamoğlu ifadesinde üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini ve sözlerinde tehdit ya da hedef gösterme olmadığını savundu: “Benim yaptığım ifade özgürlüğüdür. Ve ifade özgürlüğü anayasal bir haktır. İfade özgürlüğü, adli makamlara ve onların işleyişine yönelik eleştirileri de kapsar.”
Daha sonra Adliye Binası yakınında seçim kampanyalarını andıran geniş katılımlı bir miting düzenleyen İmamoğlu “Bugünkü mesele İstanbul’da kurulmaya çalışılan bir kumpasın geldiği sonuçtur. Hedefin ne olduğu belli. İstanbul’da dört aydır yargı tacizinin en üst seviyesini yaşıyoruz… Esenyurt’ta [İlçe Belediye Başkanı] Ahmet Özer hocamızın sabahın köründe derdest edilerek hapse atılması, Beşiktaş’ta [İlçe Belediye Başkanı] Rıza Akpolat’ın görevinden uzaklaştırılması süreciyle beraber, yargı eliyle süreci dizayn etme çabası devam etmektedir,” dedi.
CHP geçtiğimiz yıl Mart ayında yapılan yerel seçimlerden birinci çıkmış ve 2002 yılından bu yana ile defa Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) ikinci sıraya itmişti. CHP seçimlerde işçilerin tırmanan hayat pahalılığı dahil sosyal sıkıntıları ya da İsrail’in NATO destekli Gazze soykırımı üzerine bir kampanya yürütmemekle birlikte bu konularda hükümete artan öfkenin hak etmeyen faydalanıcısı olmuştu.
2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP önderliğindeki rakip burjuva seçim ittifakının adayı olan ve göçmen karşıtlığını ve NATO yanlısı politikaları bayrak edinen Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye İşçi Partisi (TİP), SOL Parti, Emek Partisi (EMEP) ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) gibi sahte sol ve Stalinist partilerin desteğini almıştı. TİP içindeki Pablocuların yanı sıra Morenocu İşçilerin Demokrasi Partisi (İDP) de CHP’nin arkasına dizilmişti.
Şimdi CHP bir erken seçimle Erdoğan’ın ve AKP’nin yerini almaya hazırlanırken, sahte sol partiler en az AKP kadar emperyalizm yanlısı ve işçi sınıfı düşmanı olan bu sağcı burjuva partisinin “ilerici” bir alternatif olduğu yanılsamasını beslemeye yardımcı oluyorlar.
İmamoğlu miting sonrası X’te yaptığı açıklamada kendisini desteklemeye gelen partilere teşekkür etti. Bunlar arasında aşırı sağcı ve faşizan İYİ Parti ve Zafer Partisi, İslamcı Saadet Partisi, Gelecek Partisi, Yeniden Refah Partisi’nin yanı sıra TİP, SOL Parti ve EMEP de vardı. Teşekkür edilmeyen ama bayraklarıyla orada olan bir parti de Troçkist olduğunu iddia eden Sosyalist Emekçiler Partisi’ydi.
Sosyalist Eşitlik Grubu, Erdoğan hükümetinin artan polis devleti baskısına karşı çıkmakta ve demokratik hakları ilkesel olarak savunmaktadır. Ama bu yalnızca, CHP’den ve tüm burjuva siyaset kurumundan bağımsız bir şekilde, işçi sınıfına dayanan sosyalist bir perspektifle yapılabilir.
İmamoğlu’nun mitingine destek veren partiler ise, mitingle ilgili açıklamalarında CHP ve İmamoğlu ile aralarına hiçbir siyasi mesafe koymayarak bu sağcı burjuva partisinin önderliğinde bir araya gelmeyi kabul etmiş ve Erdoğan rejimine karşı CHP’nin desteklenmesi gereken bir alternatif olduğu yanılsamasına destek olmuşlardır.
Gerçekte ise CHP, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olarak, Erdoğan’ın otoriter rejim inşasına yön veren aynı egemen sınıf çıkarlarının geleneksel bir savunucusudur. CHP, NATO yanlısı bir parti olarak, Türk burjuvazisinin Ortadoğu’da ABD emperyalizmiyle askeri-stratejik ittifakını korumasından yanadır. Büyük bankaların ve şirketlerin bir partisi olarak, Erdoğan hükümetinin işçi sınıfına karşı izlediği sosyal saldırı programını desteklemekte ve her şeyden çok bağımsız bir işçi sınıfı hareketinin gelişmesinden korkmaktadır. CHP, Erdoğan hükümetini dışarıda savaş ve içeride işçi sınıfına karşı sınıf savaşı için polis devleti inşasına ve militarizme yönelten dinamiklerin bir parçasıdır. Bu, esas olarak, küresel kapitalizmin derinleşen krizinden kaynaklanan uluslararası bir süreçtir.
Tüm dünyada egemen sınıflar, tırmanan emperyalist savaş ve toplumsal eşitsizlik koşullarında çıkarlarını korumak üzere otoriter rejimlere kaymaktadır. Bunun en çarpıcı örneği, ABD’de Donald Trump’ın tekrar seçilmesi ve ilk uygulamalarında görülmektedir.
Erdoğan hükümetinin son dönemde artan baskıları CHP’nin yanı sıra siyasi yelpazenin birçok kanadına yöneldi. Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Abdullah Öcalan ile yürütülen müzakerelerin ortasında Kürt milliyetçisi Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’ne (DEM Parti) yönelik baskılar ve tutuklamalar arttı. Mart 2024 seçimlerinden bu yana anayasaya aykırı bir şekilde kayyım atanan DEM Partili belediye sayısı 8’e yükseldi.
Aralık ayında Sosyalist Emekçiler Partisi’nin genel başkanı dahil çok sayıda üyesi bir kumpas operasyonuyla gözaltına alınırken Ocak ayında Ezilenlerin Sosyalist Partisi’ne (ESP) yönelik operasyonlar sonucu onlarca kişi tutuklandı. Basına yönelik saldırı tırmanırken sadece Ocak ayında en az 14 gazetecinin tutuklandığı bildirildi.
Siyasi muhalefete ve gazetecilere yönelik baskı, sınıf mücadelesinin keskinleştiği koşullarda artıyor. Aralık ayında Erdoğan’ın yasaklama kararnamesini tanımayan metal işçilerinin grevi kararlı şekilde sürdürmesi işçi sınıfı içinde artan radikalleşmenin önemli bir işaretiydi.
Bu koşullarda hükümet, her türlü demokratik muhalefeti ve kitlesel protestoyu suç sayma ve şiddetle bastırma arayışı içinde 2013 yılında ülke genelinde milyonlarca kişinin katıldığı hükümet karşıtı Gezi Parkı protestolarına yeni soruşturmalar açmaya hazırlanıyor.
Habertürk’ün haberine göre, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’na (RTÜK) yazı göndererek Gezi Parkı olaylarını yasal gösteren medya kuruluşlarının yayınlarının tespit edilerek kayıtların bir örneğinin savcılığa gönderilmesini talep etti. Yazıda protestolar sırasında propaganda mahiyetinde yayınlar yapan medya kuruluşlarının yayın kayıtlarının soruşturma dosyasına gönderilmesinin istendiği belirtiliyor.
2013’te bu partiler Erdoğan’ın kitlesel protestoları kontrol altına almasına yardımcı olmuşlardı. DEM Parti, demokratik haklardan geriye kalanların ortadan kaldırıldığı bu günlerde, Erdoğan ile sözde bir “barış süreci” müzakeresi yürüterek onun Kürt sorununun çözümünde ilerici bir rol oynayabileceğini iddia ediyor. CHP lideri Özel ise, geçtiğimiz yılki 31 Mart seçimlerinin ardından Erdoğan ile bir “yumuşama“ süreci başlatarak egemen sınıfın gündemine iki partili desteği ortaya koymuştur.
CHP ve DEM Parti’nin sicili, onların işçi sınıfının ve gençliğin artan hükümet baskısına karşı mücadelesini ilerletme değil engelleme işlevi gördüklerini ortaya koymaktadır. Doğrusu, Türkiye’de ve dünya genelinde, burjuvazi içinde demokratik hakları savunan ya da savaşa karşı çıkan hiçbir hizip bulunmamaktadır.
Demokrasiyi savunma ve savaşa karşı mücadele, kapitalizme ve onu savunan düzen partilerine karşı ve işçi iktidarı uğruna mücadeleden ayrılamaz. Lev Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’nde açıkladığı üzere, bu görev, uluslararası sosyalist bir program ve örgütlenme temelinde birleşmiş işçi sınıfına düşmektedir. Sosyalist Eşitlik Grubu, bu perspektif uğruna mücadele etmektedir.