Muhammed Kendirci’nin ölümü: Hükümete ve kapitalizme yönelik bir suçlama

Şanlıurfa’nın Bozova ilçesinde, Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) kapsamında bir marangoz atölyesinde çalışan lise öğrencisi 15 yaşındaki Muhammed Kendirci, 14 Kasım’da işyerinde 20 yaşındaki kalfa Habip A. tarafından makatından kompresör ile hava basılması sonucu ağır yaralandı.

Bu işkence sonucu iç organlarında ciddi hasar olduğu belirtilen genç çırak 5 gün süren yoğun bakımın ardından hayatını kaybetti. Böylece MESEM kurulduğundan bu yana iş cinayetine kurban giden çocuk sayısı en az 16’ya yükseldi. 

15 yaşındaki MESEM öğrencisi Muhammed Kendirci [Photo: X/@timeincapsules]

Aileden edinilen bilgiler, daha en başından itibaren soruşturmanın ciddiyetsizlikle yürütüldüğünü ortaya koydu. Fail önce serbest bırakıldı, ardından yurt dışına kaçmaya çalışırken başka bir şehirde yakalandı. Ayrıca olaya ilişkin en kritik delillerden biri olan Muhammed’in pantolonu, hastane personeli tarafından çöpe atılmıştı.

Muhammed’in yaşadığı Bozova ilçesinde aralarında mahalleden arkadaşlarının da olduğu yüzlerce kişi 24 Kasım’da bir protesto yürüyüşü düzenledi.

Loading Tweet ...
Tweet not loading? See it directly on Twitter

Muhammed’in ölümü, hükümet ve şirketlerin işbirliği ve sendikal aygıtın suç ortaklığıyla, çocuk işgücünün artan ve kontrolsüz bir sömürüye tabi tutulduğu gerçeğini bir kez daha gündeme getirdi.

Mesleki Eğitim Merkezleri 2016 yılında, örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alındılar. MESEM ile akademik eğitimden kopartılan lise çağındaki 14-18 yaş arası öğrenciler, 4 yıl boyunca haftada 4 gün bir işyerinde çalıştırılıyor ve sadece bir gün okulda teorik eğitim alıyorlar. Çocuklar bu sömürü çarkında resmi olarak ilk 3 yıl asgari ücretin yüzde 30’u (6.631 TL) kadar ve 4. yıl ise kalfa olarak asgari ücretin yüzde 50’si (11.052 TL) kadar bir maaş alıyorlar.  

Çocuk hakları ile ilgili uluslararası sözleşmeleri kabul eden Türkiye’de resmi olarak on beş yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılması yasaktır. On dört yaşını doldurmuş ve zorunlu ilköğretim çağını tamamlamış olan çocuklar ise bedensel, zihinsel, sosyal ve ahlaki gelişmelerine ve eğitime devam edenlerin okullarına devamına engel olmayacak “hafif işlerde” çalıştırılabilir.

Devletin kâğıt üstünde reddettiği çocuk işçiliği, MESEM aracılığıyla yasal bir statüye kavuşmuştur. Türkiye’de MESEM kapsamındaki yaklaşık 500 bin çocuk işçi, esas olarak yoksul ailelerden gelmektedir. soL Haber’e açıklamada bulunan eğitimci Nurcan Korkmaz, “yaptıkları saha çalışmalarında çocukların yüzde 58’inin MESEM’e gitme nedeni olarak doğrudan ‘ekonomik zorlukları’ gösterdiğini belirtti.”

Denetim mekanizmalarının sistematik olarak ortadan kaldırıldığı ve iş güvenliği önlemlerinin olmadığı koşullarda çocuk işçiler yasak olmasına rağmen “ağır işlerde” çalışmakta ve ayrıca hakaret, baskı ve şiddetle de karşı karşıya kalmaktadır. MESEM bu haliyle bir eğitim modelinden ziyade, sermayeye ucuz işgücü sağlamayı amaçlayan bir uygulamadır. Üstelik bu sadece buzdağının görünen yüzüdür.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) hane halkı iş gücü araştırmasına göre, 15-17 yaş grubundaki çocukların iş gücüne katılma oranı 2020’de yüzde 16,2 iken 2024’te yüzde 24,9’e yükseldi. 2024’te 15-17 yaş grubunda 3 milyon 894 bin çocuk bulunurken, bunların 970 bini kayıtlı işçi olarak çalışıyor. MESEM’de çalışan çocuklar bu sayıya dahil değil. Böylece toplamda çocuk işçi sayısı 1 milyon 474 bine ulaşıyor. Üstelik bunlar sadece kayıtlı çocuk işçilerdir. Türkiye’de resmi olarak “kayıt dışı istihdam” oranı yüzde 25’ten fazladır.

Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen), 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü üzerine yaptığı açıklamada Türkiye’de yaklaşık 2,3 milyon çocuk işçi bulunduğunu belirtmektedir. Önemli bir kısmı Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’daki emperyalist savaş nedeniyle sığınmacı olan ailelerden gelen bu çocuklar çok ucuza, yüksek tehlikeli iş kollarında çalıştırılıyor.

Eğitim Reformu Girişimi’nin yakın tarihli Eğitim İzleme Raporu’na göre ise, zorunlu eğitim çağındaki yaklaşık 804 bin çocuk okula gitmiyor. Yabancı uyruklular, açıköğretim öğrencileri ve MESEM’de örgün eğitimden kopanlarla birlikte toplam sayı 1 milyon 470 bini aşıyor. Bu durumdaki yoksul çocukların büyük çoğunluğu, çocuk işçi olmak zorunda kalıyor.

Çocuk işçilerin, günde 12 saati bulan çalışma süreleri, onları sadece eğitimden alıkoymuyor, aynı zamanda fiziksel ve zihinsel olarak da tüketiyor. Bu durum, denetimsizlik ve iş güvenliği önlemlerindeki yetersizlik ile birleştiğinde ölümle sonuçlanan “iş kazaları” beraberinde geliyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre bu yıl en az 82 çocuk işçi hayatını kaybetti. Bu sayı, bir önceki yılın verilerine göre yaklaşık yüzde 10 artış anlamına geliyor. 2013’ten bugüne kadar en az 770 çocuk işçi, çalıştığı işyerlerinde hayatını kaybetti. Sermaye, kelimenin tam anlamıyla, çocuk kanıyla beslenip büyüyor.

Bunun son trajik örneklerinden biri 8 Kasım’da Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde, bir kozmetik firmasına ait kaçak bir parfüm dolum deposunda patlama idi. Patlama sonucu üçü çocuk yedi işçi yanarak hayatını kaybetti. Bu tesis, yıllardır devlet kurumlarının bilgisi dahilinde hiçbir güvenlik denetiminden geçmeden, ruhsatsız ve koruma önlemleri olmaksızın faaliyet gösteriyordu. 

Çocuk emeği sömürüsünün yaygınlaşması, dünya çapında egemen sınıfın işçi sınıfının koşullarına ve yaşam standartlarına yönelik daha kapsamlı saldırısının bir parçasıdır. ILO ve UNICEF tarafından 11 Haziran 2025 tarihinde yayımlanan yeni tahminlere göre, 2024 yılında dünyada yaklaşık 138 milyon çocuk işçi bulunuyor. Bunların yaklaşık 54 milyonu, sağlıklarını, güvenliklerini veya gelişimlerini tehlikeye atabilecek tehlikeli işlerde çalışıyor.

Çocuk emeği, ücretlerin aşağı çekilmesinde de önemli bir rol oynuyor. Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, yüksek enflasyonu düşürme ve bütçe açığını kapatma bahanesiyle işçilerin reel ücretlerini düşürme politikasına son yıllarda hız verdi. 2025 yılı için asgari ücret resmi enflasyonun altında artırıldı. 2026 için de yabancı ve yerli mali sermayenin talepleri doğrultusunda, benzer bir senaryo planlanıyor.

Ütopik sosyalist Robert Owen 1818’de “Britanya'nın İşveren Fabrikatörlerine Mektup”ta şunları yazmıştı:

Çocukların, neredeyse bebekliklerinden itibaren, hepsi de az ya da çok sağlıksız olan fabrikalarımızda çalıştırılmasına izin veriliyor. Bütün zamanlarının açık havada yapacakları sağlıklı egzersizlerle okul arasında paylaştırılması gereken bir yaşta, dört duvar arasında uzun, tekdüze ve yorucu bir çalışmaya mahkûm ediliyorlar. Hayatlarının daha başlangıcında, böylesine doğaya aykırı bir müdahaleye maruz kalıyorlar.*

Owen çocuk işçiliğinin yasaklanması, işçi çocuklarına sağlık ve eğitim hizmetleri sağlanması gibi reformlar uğruna mücadele etti. Ancak onun iyi niyetli çabaları ve kendi işyerindeki deneyimleri gelişmekte olan kapitalist sistem içinde başarısızlığa mahkumdu.

Sosyalizmi bilimsel temeller üzerine kuran Karl Marx, çocuk emeğinin bireysel ya da ahlaki bir mesele değil, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişiminin kaçınılmaz bir ürünü olduğunu açıklar. Kapitalist sanayinin gelişimiyle birlikte emek vasıfsızlaşırken sermaye işgücünün fiyatını sürekli ucuzlatma eğilimindedir. Bu vasıfsızlaştırma çocuk emeğinin yaygınlaşmasını kolaylaştırır; artık çocuk “ayak işlerini” yapmaya, düşük ücretle tehlikeli işleri üstlenmeye uygun hale gelmiştir. Aynı zamanda işgücü piyasası genişler ve ortalama ücretler aşağı çekilir.

Yirminci yüzyılda, başta 1917 Ekim Devrimi’nin etkileri ve büyük mücadeleler sonucunda, uluslararası işçi sınıfının koşullarında ve çocuk haklarında önemli ilerlemeler sağlanmıştı. Şimdi bunlar dünya çapında kapitalist oligarşinin kâr ve servet birikimine feda edilmektedir.

İleriye giden yol, çocukların korunması ve emekçilerin sosyal koşullarını iyileştirmeye yönelik önlemlerin derhal uygulanması taleplerinin, işçi sınıfının kapitalist kâr sistemine karşı sosyalizm uğruna devrimci seferberliği için mücadeleyle birleştirilmesinden geçmektedir.

Dipnot:

* Robert Owen, Yeni Toplum Görüşü, (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, Eylül 1995), s. 96. Çeviren: M. Doğan Şahiner.

Loading