Perspektif

Trump, Venezuela’yı yeni sömürgeci bir yağma savaşıyla tehdit ediyor

USS Gerald R. Ford uçak gemisi [Photo: US Strategic Command]

ABD emperyalizmi yeniden savaş yoluna giriyor. Bu kez tüm Latin Amerika’ya boyun eğdirmeyi amaçlayan sistematik bir hamlenin parçası olarak Venezuela’yı tehdit ediyor. Başkan Donald Trump geçen hafta Politico’ya verdiği demeçte Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun “günlerinin sayılı olduğunu” söyledi ve cuma günü kara saldırılarının “çok yakında” başlayacağını açıkladı.

Wall Street Journal yayın kurulu, Trump’ın eylemlerini rejim değişikliği yapma sözü olarak nitelendirerek, onun Maduro’yu devirme taahhüdünü “yerine getirmek zorunda” olduğunu yazdı.

Trump’ın tehditleri, 1962 Küba Füze Krizi’nden bu yana Karayipler’de görülen en büyük ABD askeri konuşlandırmasıyla destekleniyor. Pentagon, Venezuela’ya saldırı mesafesinde 15.000’den fazla asker, uçak gemisi USS Gerald R. Ford dahil bir düzine savaş gemisi ve çok sayıda uçak konuşlandırdı.

Eylül ayından bu yana, ABD güçleri güney Karayipler ve doğu Pasifik’teki gemilere 22’den fazla insansız hava aracı ve füze saldırısı düzenleyerek en az 87 kişiyi öldürdü.

Beyaz Saray’ın bu operasyonların uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadeleyi amaçladığı iddiası apaçık bir yalandır. ABD’nin Venezuela’ya müdahalesinin gerçek amaçları, geçen çarşamba günü yönetimin yaklaşık 78 milyon dolar değerinde 1,1 milyon varil ham petrol taşıyan bir Venezuela petrol tankerini ele geçirmesiyle açığa çıktı.

Ertesi gün, ele geçirilen petrolün ne olacağı sorulduğunda Trump, bir gangsterin dilini kullanarak şöyle cevap verdi: “Şey, sanırım onu alıkoyacağız.” Tanker, ABD ordusunun eşliğinde, ABD petrol endüstrisinin merkezi olan Teksas’ın Galveston kentine ulaştı.

Venezuela’ya karşı yürütülen kampanyanın yağmacı amaçları ve Latin Amerika’ya yönelik daha geniş çaplı müdahale, kısa süre önce Beyaz Saray tarafından yayımlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde ana hatlarıyla açıklanmıştı. Belge, “Monroe Doktrini’ne Trump Ek Maddesi”ni duyurarak, “Batı Yarımküre’de Amerikan üstünlüğünü” yeniden tesis etme ve Çin’in “Bizim Yarımküre’deki stratejik öneme sahip varlıkları sahiplenme veya kontrol etme yeteneğini” engelleme hedefini açıkça ortaya koyuyor. Belge, hükümete “bölgedeki Amerikan şirketleri için stratejik satın alma ve yatırım fırsatlarını belirleme” talimatı veriyor.

Bu belge, “bizim yarımküre” olarak sunulan iki kıtaya ABD’nin sahipliğini fiilen iddia etmektedir. ABD, Latin Amerika’nın kaynaklarını “sahiplenecek” ve “kontrol edecek”, çünkü bu kaynakları Rusya ve Çin ile çatışmada enerji üssü olarak kullanmak üzere zorla ele geçirmeyi planlıyor.

Venezuela, 300 milyar varilden fazla olduğu tahmin edilen dünyanın en büyük kanıtlanmış petrol rezervine sahiptir. Petrolün yanı sıra, Latin Amerika motorlar, yarı iletkenler ve piller için gerekli olan lityum ve bakırın da geniş rezervlerine sahiptir. Şili, dünyanın en büyük bakır üreticisidir ve en büyük lityum rezervine sahiptir.

ABD’nin Venezuela’nın petrol ve doğal kaynaklarını ele geçirme planı hem Rusya’yı hem de Çin’i hedef alıyor. Çin, Venezuela’nın en büyük kreditörüdür ve 2005’ten bu yana 62 milyar doların üzerinde kredi sağlamıştır. Bu krediler büyük ölçüde garantili petrol satışları yoluyla geri ödenmiştir ve Çin şu anda Venezuela’nın ihracatının yüzde 80’ini satın almaktadır. Rusya da Venezuela’nın enerji altyapısına milyarlarca dolar yatırım yapmıştır.

Trump yönetimi, Venezuela’ya karşı yürüttüğü harekâtta, en ufak bir meşruiyet iddiasından bile vazgeçmiştir. 2003 yılında Irak’ın istilasında –ki bu istila başlı başına suç teşkil ediyordu– Bush yönetimi, ne kadar sahte olursa olsun, en azından eylemleri için bazı yasal gerekçeler uydurmaya çalışmıştı. Bu sefer böyle bir çaba bile gösterilmemiştir. Yönetim, açık denizde insanları öldürme, yabancı ülkelerin mallarına el koyma ve istediği hükümetleri devirme hakkını açıkça ilan etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nin şu anda Venezuela’ya yönelik izlediği politika ile Hitler’in 1930’ların sonunda komşu ülkeleri istila etmesi arasında kayda değer bir fark yoktur.

Amerika Birleşik Devletleri Venezuela’ya müdahale etme konusunda uzun bir tarihe sahiptir. 1908’de ABD, Juan Vicente Gómez’i iktidara getiren bir darbeyi destekledi. Gómez, sonraki 27 yıl boyunca acımasız bir diktatör olarak hüküm sürdü ve Venezuela’nın petrol zenginliklerini Amerikan şirketlerine açtı.

Bu, Latin Amerika’da doğrudan askeri müdahale veya CIA darbeleri yoluyla gerçekleştirilen uzun ve kanlı Amerikan rejim değişikliği operasyonlarında sadece bir bölümü oluşturuyordu. Amerika Birleşik Devletleri, Guatemala (1954), Brezilya (1964) ve Şili’de (1973) hükümetleri devirdi; 1980’lerde El Salvador’da ölüm mangalarını silahlandırdı; 1989’da Panama’yı istila etti ve son yıllarda Brezilya’da Jair Bolsonaro ve Arjantin’de Javier Milei’nin aşırı sağcı hükümetlerini destekledi.

Trump yönetiminin amacı, Venezuela, Kolombiya ve Küba hükümetlerini devirmek ve bu ülkelerin doğal kaynaklarını yağmalayıp işçi sınıfını acımasızca bastıracak kanlı diktatörlükler kurmaktır.

Amerikan medyası bu operasyonun propaganda kolu olarak işlev görüyor. Hafta sonu CBS News, ABD’nin askeri müdahalesini açıkça savunan Venezuela muhalefet figürü María Corina Machado ile dalkavukça bir röportaj yayımladı. Machado ve Venezuela muhalefetinin ABD askeri müdahalesini açıkça savunmasının nedeni basittir: Venezuela’da halk desteğine sahip değiller. Yıllarca süren ABD destekli istikrarsızlaştırma çabalarının ardından, muhalefet Maduro’yu iç kaynaklarla deviremedi çünkü Venezuela halkı Washington’un kuklaları tarafından yönetilmek istemiyor.

ABD siyaset kurumunda, Trump yönetiminin Venezuela’ya karşı gerilimi tırmandırmasına herhangi bir muhalefet yok. Senato Azınlık Lideri Chuck Schumer, çarşamba günü Venezuela’da rejim değişikliğine karşı olup olmadığı sorulduğunda, “Biliyorsunuz, Maduro kendi isteğiyle kaçarsa, herkes bundan memnun olur,” yanıtını verdi.

Senato İstihbarat Komitesi’nin kıdemli Demokrat üyesi olan Virginia Senatörü Mark Warner, pazar günü ABC’nin “This Week” programına konuk oldu. Sunucu Martha Raddatz, Warner’a Trump’ın “diktatörü devirme çabasına” katılıp katılmadığını sorduğunda, Warner “Venezuela halkının Maduro’nun gitmesini istediğine katılıyorum,” diye yanıtladı.

Geçen hafta, Demokratik Kongre liderliği Cumhuriyetçilerle birleşerek ABD tarihinin en büyük askeri bütçesini kabul etti. 901 milyar dolarlık Ulusal Savunma Yetki Yasası, ek fonlarla birlikte 1 trilyon doların üzerine çıktı ve Azınlık Lideri Hakeem Jeffries, Azınlık Denetçisi Katherine Clark ve Demokratik Parti Grup Başkanı Pete Aguilar’ın oylarını aldı.

Demokratik Parti’nin baskın kesimlerinin sözcüsü olan New York Times, “YETERSİZ: ABD Ordusu Neden Kendini Yeniden Keşfetmeli” başlığı altında bir dizi başyazı yayımladı. Pentagon’un yeni bir dünya savaşına yeterince hazırlıklı olmadığını savunan New York Times, “Kısa vadede, Amerikan ordusunun dönüşümü ek harcamalar gerektirebilir,” diye kabul ediyor. Demokratik Parti yönetiminin Trump ile farklılık gösterdiği nokta, onun Rusya ile askeri çatışmada yeterince kararlı olmadığına inanmalarıdır.

Alexandria Ocasio-Cortez ve Bernie Sanders, askeri yığınak karşısında sessiz kaldılar. New York Belediye Başkanı seçilen Zohran Mamdani ise Beyaz Saray’da Trump ile gülümseyerek fotoğraf çektirdi ve Trump’ın “geçinmeyi” teşvik etme çabalarını övdü. Trump’ın kuvvetleri bu sırada Venezuela açıklarında silahsız sivilleri havaya uçuruyordu.

Trump yönetimi, sadece Venezuela’da değil, tüm Latin Amerika’da ve bizzat ABD içinde bir barut fıçısının fitilini ateşliyor. Venezuela’yı fethetmek ve işgal etmek için çıkarılacak bir savaş, Venezuela işçi sınıfı ve tüm kıtadaki işçilerden büyük direnişle karşılaşacaktır. Latin Amerika zaten sınıf mücadelesinin arttığı bir bölgedir; ABD’nin istilası bu muhalefeti büyük ölçüde yoğunlaştıracak ve tüm yarımkürede devrimci altüst oluşları hızlandıracaktır.

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki işçiler, Latin Amerika’daki sınıf kardeşlerinin emperyalist boyunduruk altına alınmasına karşı çıkmakta güçlü bir çıkara sahiptir. Trump yönetimi, Gestapo tarzı göçmen baskınlarına karşı artan muhalefetle karşı karşıya. Bu baskınlar, ülke çapında şehirlerde protestolara ve iş bırakma eylemlerine yol açtı. Toplu işten çıkarmalar, reel ücretlerin düşmesi, kamusal eğitim ve sağlık hizmetlerinin tahrip edilmesi ve Karayipler’deki askeri yığınak için ayrılan bütçenin gıda pulları, Medicaid, Medicare ve Sosyal Güvenlik programlarında kesintilerle karşılanacak olması da öfkeyi artırıyor.

Yurt dışındaki savaş, yurt içindeki baskıyı yoğunlaştırmak için kullanılıyor. Uluslararası sularda kanıt veya adil yargılama süreci olmaksızın insanları öldürme hakkını savunan aynı yönetim, Amerika Birleşik Devletleri içinde muhalefeti suç saymaya zemin hazırlıyor. Trump yönetimi, Venezuela açıklarında işlediği cinayetleri, hiçbir kanıt sunmadan, öldürdüğü kişilerin “terörist” olduğu iddiasıyla gerekçelendirdi. Yurt dışında oluşturulan bu emsal, Trump yönetiminin, faşizme karşı çıkan Amerikalıları tanımlamak için aynı kelimeyi (“terörist”) kullandığı Amerika Birleşik Devletleri’ne de taşınacaktır.

1980’lerde ABD, Orta Amerika’da, özellikle Nikaragua’yı hedef alan topyekûn bir savaşa hazırlanırken, Reagan yönetimi bu savaşın muhtemel 300.000 muhalifini toplayıp hapse atma planları yapmıştı. Faşist bir entrika grubunun Beyaz Saray’daki varlığıyla, kitlesel baskı hazırlıkları 40 yıl sonra çok daha ileri bir aşamaya gelmiştir.

Venezuela’ya yönelik emperyalist saldırıya karşı mücadele, uluslararası işçi sınıfının savaşa, diktatörlüğe ve toplumsal karşıdevrime karşı verdiği daha geniş kapsamlı mücadelenin bir parçası olarak anlaşılmalıdır.

Savaşa karşı mücadele, göçmen baskınlarına, kemer sıkma politikalarına ve sosyal hakların yok edilmesine karşı mücadeleyle birleştirilmelidir. Bu, kapitalist partilerden bilinçli bir kopuşu ve işçi sınıfının bağımsız, uluslararası sosyalist hareketinin inşasını gerektirir. Ancak bu temelde savaşa ve diktatörlüğe doğru gidiş durdurulabilir ve toplum, küçük bir mali oligarşinin kâr ve iktidarı yerine insanlığın ihtiyaçlarına hizmet edecek şekilde yeniden örgütlenebilir.

Loading