Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası faiz oranlarına ilişkin beklenen kararını 22 Haziran’da açıkladı ve politika faizini yüzde 8,5’ten yüzde 15’e yükseltti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından savunulan mali politikada keskin bir değişimi temsil eden karar, Hafize Gaye Erkan’ın merkez bankasının başına getirilmesinden kısa bir süre sonra geldi.
Merkez Bankası yaptığı açıklamada “Enflasyon görünümünde belirgin iyileşme sağlanana kadar parasal sıkılaştırma gerektiği zamanda ve gerektiği ölçüde kademeli olarak güçlendirilecektir,” dedi. Ancak faiz artışı mali piyasaların beklentilerinin altında kaldı.
Türk Lirası o gün yüzde 5’in üzerinde değer kaybetti ve 1 ABD doları 25 TL’nin üzerine çıktı. 28 Mayıs’ta gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu öncesi dolar kuru 19,97 TL idi. Böylece seçim sonrası TL dolar karşısında yüzde 30 civarında değer kaybetmiş oldu.
TL’nin değer kaybetmesi zaten yüksek seyreden hayat pahalılığını ve işçilerin alım gücündeki düşüşü daha da arttıracak. Başlıca kapitalist ülkelerde uygulanmakta olan sıkı para politikaları ve faiz artışlarının ekonomik büyüme, istihdam ve ücretler üzerinde olumsuz bir etki yaratması bekleniyor.
Dünya Sosyalist Web Sitesi seçimden önce yayımladığı bir açıklamada “hangi aday kazanırsa kazansın, ekonomik kriz ve egemen sınıfın sosyal saldırıları derinleşecek” diye belirterek işçi sınıfını bekleyen tehlikeler konusunda uyarmıştı.
Türkiye’de Merkez Bankası politika faizini en son Mart 2021’de yüzde 19’a yükseltmişti. Dünya genelinde merkez bankalarının faiz oranlarını yükselttiği bir dönemde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti faiz oranlarını sürekli olarak düşürdü.
Erdoğan faiz oranlarını düşürme kararını “faizin enflasyonun nedeni olduğu” ve faizin İslam’da yeri olmadığı iddialarıyla gerekçelendiriyordu. Ancak hükümetin düşük faiz politikası, esas olarak, kritik 2023 seçimleri öncesinde ekonomik büyüme ve istihdama öncelik vermesinden kaynaklanıyordu. Nitekim seçimden hemen sonra faiz oranları artırıldı.
COVID-19 pandemisinin ve ABD-NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşının körüklediği hayat pahalılığı krizi nedeniyle anketlerde desteğinin azaldığını gören hükümet, popülist politikalarını ancak seçimlere kadar sürdürebildi.
Öte yandan bu dönemde düşük faiz politikası ile büyümeye, TL’den kaçış ve enflasyonda yükseliş eşlik etti. Merkez Bankası döviz kurlarını kontrol etmek için döviz rezervlerini eritti ve uluslararası net rezervler negatif seviyeye düştü. Ancak TL’nin dolar karşısındaki düşüşü durdurulamadı.
2021’de bir dolar 7 lira iken şimdi 26 liraya yükseldi. Dahası, geçen yıl, yıllık enflasyon resmi olarak yüzde 80 civarına yükselirken, gerçek enflasyon yüzde 150’nin üzerine çıktı. Bu oran Mayıs ayı itibarıyla resmi olarak yüzde 39 ancak ENAG’ın hesaplamasına göre yüzde 109 seviyesindedir.
Mali piyasalar Erdoğan’ın seçim öncesi düşük faiz politikasını irrasyonel olarak eleştirip “ortodoks politikalara” geri dönülmesi çağrısı yapsa da, Erdoğan işçi sınıfından mali sermayeye muazzam bir servet aktarımına önderlik etti. Bankacılık sektörünün toplam net kârı 2022 yılında yüzde 366 oranında arttı. Buna karşılık, emeğin milli gelirden aldığı pay 2016’da yüzde 32 iken 2022’de yüzde 23,7’ye geriledi.
WSWS’nin daha önce belirttiği gibi, geçtiğimiz yıl boyunca başta ABD Merkez Bankası (Fed) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) olmak üzere tüm dünyada birçok merkez bankası, “finansal spekülasyonlar için trilyonlarca dolarlık neredeyse bedava kredi sağlama şeklindeki onlarca yıllık politikasından, faiz oranlarını yükseltme rejimine geçti. Bunun amacı, rekor düzeydeki hayat pahalılığına ayak uydurmak için ücretlerini arttırmaya çalışan işçilerin büyüyen mücadelelerini geri püskürtmek üzere işsizliği arttırmaktır.”
Bu nedenle, seçimlerden sonra Erdoğan uluslararası mali seçkinlerin tercih ettiği isimlerden oluşan bir ekonomi yönetimi ekibi kurdu. AKP’li eski bakan Mehmet Şimşek Hazine ve Maliye Bakanı olarak atanırken, ABD’li üst düzey bir finans yöneticisi olan Erkan da Merkez Bankası’nın başına getirildi.
Avrupa mali sermayesinin sözcüsü Financial Times, Türkiye’deki faiz artışıyla ilgili bir makalede şu yorumu yaptı: “Bu hamle, Erdoğan’ın Mayıs ayındaki seçimleri kazanmasının ardından Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan liderliğinde kurduğu ekonomi ekibinin, Türkiye ekonomisini daha sürdürülebilir bir yola sokmak için geleneksel ekonomik araçları kullanacağına ve piyasayı terk eden yatırımcıları geri çekmeye çalışacağına dair en açık işaret oldu.”
Gazete faiz artışının ölçeğinin ”yüzde 20’ye hatta yüzde 40’a kadar bir artış öngören bazı yatırımcıları ve yerel piyasa katılımcılarını hayal kırıklığına uğrattığını” da kaydederek şunları ekliyordu: “Rekor seviyelerde seyreden cari açık, 36 milyar dolarlık mal ticareti açığı, birçok analistin aşırı ısındığını söylediği bir iç ekonomi ve son yıllarda büyük bir düşüş yaşamasına rağmen aşırı değerli olarak görülen bir para birimi ile Şimşek’in üstlenmesi gereken müdahalelerin kısa vadede acı verici olması bekleniyor.”
Bu, işçilerin sosyal koşullarına yönelik yoğunlaşan bir saldırıyla karşı karşıya kalacağı anlamına geliyor. Türkiye’de faiz artırımı tüketici kredisi ve kredi kartları ile hayatını sürdürmeye çalışan milyonlarca işçiyi daha da sefalete sürükleyecek. Diğer yandan zaten zar zor faaliyetini sürdüren birçok işletme de toplu işten çıkarmalarla birlikte iflasa veya daralmaya itilecek. Hayat pahalılığı yanında işsizlikteki artış reel ücretlerin düşmesine ve toplumsal eşitsizliğin daha da artmasına yol açacak.
İşçi sınıfının içinde bulunduğu dayanılmaz koşulların bir sosyal patlamaya yol açabileceği endişesi hükümeti asgari ücreti yüzde 34 oranında artırmaya zorlamış olsa da, bu artış işçilerin gerçek enflasyonunun oldukça altındadır. Asgari ücret 20 Haziran’da 11.402 liraya (483 ABD doları) yükseltildi fakat TL’deki değer kaybıyla birlikte hızla 438 ABD doları seviyesine geriledi.
Hükümetlerin Rusya’ya karşı ABD-NATO savaşının ortasında toplumsal kaynakları militarizme harcadığı ve şirket kârlarının olağanüstü seviyelere ulaştığı koşullarda, bu ücret artışları esas olarak işçiler arasında büyüyen hoşnutsuzluk ve öfkeyi kontrol altına almayı amaçlamaktadır.
İşçiler bugün dünya çapında hayat pahalılığına karşı ancak ücretlerin tüketim mallarındaki fiyat artışı oranında otomatik olarak arttırılması (eşel mobil sistemi) talebiyle mücadele edebilirler. Fiyat artış oranlarının tespiti için işçiler tarafından bağımsız taban komiteleri kurulmalı; işçiler bu geçiş talepleri uğruna mücadeleyi dünya çapında kapitalizme karşı işçi iktidarı uğruna mücadeleyle birleştirmelidir.